İnsanoğlu tarih boyunca ihtiras ve benlik yüzünden meydana gelen kavga, kargaşa ve savaşlar nedeniyle çok ağır bedeller ödedi. İnsanlar doğuştan sahip oldukları dil, ırk, renk ve iradeleriyle tercih etikleri din, mezhep ve savundukları farklı fikirler için günümüzde; birbirleriyle yardımlaşmaktan çok, düşmanca muamelelerde bulunuyorlar.
Akıl sahibi olarak bütün insanların; “Nereden geldik, niçin geldik ve nereye gidiyoruz?” sorularını sormaları gerekmektedir. Bu soruların cevabını herkes farklı veriyor. İnsanlığın “ebedi yok oluşa” gittiğini düşünenler olduğu gibi; “ebedi yaşama” inananlar da vardır. Öncelikle kesin gerçeği hatırlatmak isterim; Kimse bu dünyada sonsuza kadar yaşayamıyor. Zaten yaşamak istese de olmuyor. Bize biçilen hayatı yaşıyor, belli bir süre sonra bu dünyadan göçüp gidiyoruz. Başıboş ve amaçsız bir şekilde dünyaya gelmediğimize inanan birisiyim. Adına “insan” denilen bir varlık olarak dünyaya gözlerimizi açıp ve sayılı yıllar yaşadıktan sonra “ebedi yokluğa” gittiğimize inananlardan değilim. “İnsan nasıl bir varlıktır, nereden gelmiş, niçin gelmiş ve en önemlisi nereye gidiyor?” sorusunun cevabı tarih boyunca tartışılmış, nihayetinde de bizi var eden Rabbim, insanlara elçilerini göndererek doğru yolu bulmasını istemiştir. Tabir yerinde ise yaratanının olduğunu hatırlatmıştır.
Allah tarafından akıl sahibi olarak yaratılmış olan insanoğlu, yanlış ve doğruyu ayırt edebilmesi için de, irade verilmiştir. Yaşadığı toplumda içerisinde bulunduğu koşullar düşünce yapısının oluşmasına temel teşkil etmektedir. Bu düşünce yapısı neticesinde kendine bir yaşam felsefesi belirlemektedir. Aynı aile fertlerinin bile farklı düşünce ve ideoloji savunduğu günümüz koşullarında, farklı fikir ve düşüncesi olan insanları neden ötekileştiriyoruz ve saygı duymuyoruz?
Bir fikir veya ideolojiyi savunurken çok sert düşünce yapısına sahip olabiliyoruz. Bediuzzaman Said Nursinin bu konuda şu sözü çok manidardır:”Mesleğim haktır yahut daha güzeldir diyebilirsin. Yoksa hak yalnız benim mesleğimdir yahut güzel benim meşrebimdir diyemezsin.” “Benim düşüncem, ideolojim daha iyidir. Diğerleri batıldır” düşüncesiyle hareket ederken, çok büyük yanlışlara düşme durumumuz olabiliyor. Sahip olduğum düşünceleri ve yaşam felsefemi başka kişilerin düşüncelerine, ideolojilerine karşı olduğum için değil, inandığım için savunmuşumdur. Beşeri münasebetlerin temeli olan hoşgörü ve anlayışı geliştirmek için öncelikle bunu istemeli ve çaba sarf etmeliyiz. Evrensel bir bakış açısına sahip olmak ve daha yapıcı düşünmek için kendimizi eğitmeli ve empati duygumuzu geliştirmeliyiz. İnsanoğlu isterse gezip görerek ve okuyarak zamanla daha evrensel bakış açısına sahip olabiliyor ve karşı görüşlere daha yapıcı yaklaşabiliyor. Hz. Ali (r.a.) şöyle buyurmuştur:”Şu dünya bir dağ gibidir. Ona nasıl seslenirsen o da sana sesleri öyle aksettirir. Ağzından hayırlı bir laf çıkarsa, hayırlı laf yankılanır. Şer çıkarsa, sana gerisin geri şer yankılanır. Öyleyse kim ki senin hakkında kötü konuşur, sen o insan hakkında kırk gün kırk gece sadece güzel sözler söyle. Kırk günün sonunda göreceksin her şey değişmiş olacak. Senin gönlün değişirse dünya değişir.” Yeter ki insanın kalbinde haset, kin ve düşmanlık olmasın.
Lütfen, başkaların savundukları fikir ve düşünceleri, ırk, dil ve inançları nedeniyle hemen mahkûm etmeyelim. Onlara düşmanca yaklaşmayalım. Düşmanca bakış açıları yüzünden, dünyanın birçok yerinde, özellikle Ortadoğuda akan kan, katliam ve vahşetleri net görelim. Doğru analiz edelim. Allah dileseydi hepimizi tek renk, tek düşünceye sahip kılabilirdi. Her fikir ve düşünceye saygılı olmamız gerekiyor. Başkalarının düşüncelerine katılmak zorunda değilsiniz, ama düşmanlık yapmak da yanlıştır. Çünkü her insan düşüncesinin doğru olduğuna inanır. Bütün renk ve düşüncelere saygı duymalıyız. Mevlânâ Celâleddîn-î Rûmî ’nin dediği gibi: ‘Mademki sen bensin, ben de senim, niceye şu senlik benlik... Renk, ırk ve düşünceye takılmadan, ortak paydada, insanlıkta, buluşmak dileğiyle…