Şanlıurfa’nın Karaköprü ilçesine bağlı Büyükalanlı Mahallesi’nde yer alan sit alanında zeytin ve fıstık ağaçlarının kesilmesine yönelik tepkiler devam ediyor.Şanlıurfa Barosu Kent ve Çevre Komisyonu üyesi Avukat Celal Doğan ve doğaseverler, bölgede yaşanan doğa tahribatına sert tepki gösterdi.Sit alanında yapılan müdahalelerin doğaya zarar verdiğini ifade eden Av. Celal Doğan, şu açıklamalarda bulundu:
“Büyükalanlı (Keşişlik) köyünde, kamu gücünü kullanarak belediyenin doğaya yapmış olduğu tahribatlara dur demeliyiz. Bizler, bu topraklarda yıllardır emek veren, doğayla barışık bir şekilde yaşamını sürdüren Büyükalanlı Mahallesi’nin köy halkı olarak bugün acı bir gün yaşıyoruz. Yüzyıllardan beri atalarımıza ve birçok halka ev sahipliği yapan, tarafımızca ‘Kaş’ olarak adlandırılan doğa popülasyonumuz, höyüklerimiz ve mağaralarımız; belediyenin eliyle, kamu idaresi gücü kullanılarak yandaş kooperatifler uğruna yok ediliyor.
İlgili alanlar, 2018 yılında T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından yayımlanan kararla köyümüz ve çevresindeki Sayburç, Ayanlar gibi köylerle birlikte II. Derece Arkeolojik Sit Alanı ilan edilmiştir. Bu statü, 2863 Sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu kapsamında bölgenin özel koruma altında olduğunu hükme bağlamıştır. Buna rağmen burada yapılan müdahaleler, hukuka açıkça aykırıdır.
2863 sayılı kanunun 9. ve 17. maddeleri, sit alanlarına ilişkin iş ve işlemleri açıkça belirlemekte ve bu alanlarda izinsiz yapılan müdahalelerin suç teşkil ettiğini ifade etmektedir. Buna rağmen bölgede yüzlerce zeytin ve fıstık ağacı kesilmekte, doğal yapı geri dönülmez şekilde tahrip edilmektedir.Anayasa’nın 56. maddesi, ‘Herkes sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkına sahiptir’ derken, aynı maddenin devamında ‘çevreyi geliştirmek, çevre sağlığını korumak ve çevre kirlenmesini önlemek’ devlete ve vatandaşa ortak görev olarak yüklenmiştir. Ancak bugün burada yaşananlar yalnızca bir çevre felaketi değil, aynı zamanda bir hukuk ve anayasa ihlalidir.
Köy halkı olarak geçimimizi tarım ve hayvancılıkla sağlıyoruz. Fıstık ve zeytin ağaçlarımız yılların emeğidir. Türkiye, 2024 yılında yalnızca fıstık ihracatından 200 milyon doların üzerinde gelir elde etmiş, bunun önemli bir kısmı Şanlıurfa’dan sağlanmıştır. Bugün bu ağaçların yok edilmesi, tarımsal üretim hakkımızın, mülkiyet hakkımızın ve ekonomik varlığımızın gasp edilmesi anlamına gelmektedir. Sadece bu köyde kesilen binlerce fıstık ağacının ekonomik ömrü boyunca yaratacağı toplam değer yaklaşık 30 milyon TL’yi aşmaktadır. Bu zarar, sadece bugünü değil, önümüzdeki 30 yılı da etkilemektedir.Oysa bir yandan bazı tarımsal örgütler ve birlikler, Şanlıurfa’yı fıstığın ana vatanı olarak dünyaya tanıtmakla övünürken; diğer yandan bu yıkıma sessiz kalmaları biz üreticileri derinden yaralamaktadır. Sözde üreticinin sesi olan bu yapılar, ne yazık ki bugün üreticinin yanında değil; rantın ve suskunluğun tarafında durmaktadır. Üretici örgütlerinin asli görevi, çiftçiyi korumak, doğasını ve emeğini savunmaktır. Fakat bugün gördüğümüz tablo, fıstık üreticisinin yalnız bırakıldığını ve hatta kimi zaman üstü kapalı şekilde bu kıyıma ortak olunduğunu göstermektedir. Bu suskunluk, en az doğrudan yapılan tahribat kadar tehlikelidir.Bölge, sulama imkanları kısıtlı olduğu halde kıraç arazide üretim yapılabilen nadir alanlardan biridir. Otlak alanlar da yok edilmekte; hayvancılık yapan onlarca aile geçim krizine sürüklenmektedir. Ancak ne yazık ki coğrafyayı, tarihi, hukuku değil; yalnızca cüzdanlarını düşünenler, köy halkının geçim kaynaklarını hiçe sayarak, sayılı otlak alanlarına dahi göz dikmiş ve buraları rant odaklı kooperatiflere peşkeş çekmiştir.Peki, kime ve ne karşılığında verilmiştir bu topraklar? Belediyenin kamu kaynaklarını kullanarak bu kooperatiflerin altyapısını yapması, elektrik-su hattı çekmesi, yol açması... Bunların hepsi kamusal gücün özel çıkarlara hizmet etmesi anlamına gelmektedir. Üstelik vatandaşların güvenliği ve refahı için gecesini gündüzüne katan değerli kolluk kuvvetleri, bu süreçte manipülasyona maruz bırakılmakta; rantçı yapıların kendilerini koruma kalkanı olarak kullanılmaya çalışılmaktadır. Bu, açık bir vicdan ve hukuk krizidir.Mazlumu oynayıp zulüm yapanlar günü kurtarabilir ama tarihin vicdanında asla temize çıkamaz. Doğa popülasyonumuzda nesli tükenmekte olan çizgili sırtlan, dağ ceylanı, tilki, tavşan, yılan gibi canlıların yaşam alanları yok edilirken aslında bizim de yaşam alanlarımız, kültürümüz ve geleceğimiz yok edilmektedir. Bu bölgede telafisi imkânsız zararlar oluşmuştur.Bizler, köy halkı olarak soruyoruz: Bu topraklarda yaşamayanlar, bu coğrafyanın ruhunu bilmeyenler doğayı korumak yerine nasıl olur da buraların talan edilmesine göz yumar? Bu doğa katliamına sessiz kalmak, gelecek nesillere karşı işlenmiş tarihi bir suçtur.Buradan tüm yetkililere sesleniyoruz: Yapmış olduğunuz devirler ve ihaleleri beşeri kanunlara uydurmuş olabilirsiniz ama doğanın kanunlarına aykırıdır. Doğa affetmez! Bunu yakın zamanda yaşadığımız deprem, sel, yangın gibi felaketlerle zaten deneyimledik. Görüyoruz, yaşıyoruz. Doğanın dengeleriyle oynayarak yapılan bu hukuksuzluğu, bu çevre kıyımını, bu kamu zararı oluşturacak uygulamaları derhal durdurun! Doğamızı, emeğimizi, hukuki haklarımızı ve köyümüzün geleceğini koruyun. Bu topraklarda hukuka, doğaya ve insana saygı gösterin.Bizler köylüler olarak, çocuklarımızın geleceği, yaşam hakkımız ve anayasal haklarımız için sonuna kadar mücadele edeceğimizden **hiç kimsenin şüphesi olmasın.”

Anayasa’nın 56. maddesi, ‘Herkes sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkına sahiptir’ derken, aynı maddenin devamında ‘çevreyi geliştirmek, çevre sağlığını korumak ve çevre kirlenmesini önlemek’ devlete ve vatandaşa ortak görev olarak yüklenmiştir. Ancak bugün burada yaşananlar yalnızca bir çevre felaketi değil, aynı zamanda bir hukuk ve anayasa ihlalidir.


