Özellikle dış çemberimizdeki dünya yeniden kuruluyor sanki…
Kuzeyimiz artık eskisi gibi değil. Sovyetler Birliği’nin boşalttığı veya boşaltmak zorunda kaldığı coğrafyanın tamamına şu veya bu şekilde “çöken” Rusya, şimdi de burada serseri mayın gibi dolaşıyor.
Kime, ne zaman, nasıl çarpacağı belli değil. Gürcistan’a birkaç yıl önce müdahale edip ülkeyi parçalamıştı. Tanklarla girdi, istediği parçayı kopardı.
Ukrayna, aynı şekilde baştan başa problemli birkaç yıldır. Ülkede Rusya yanlısı Ukrayna vatandaşları var ve bunlar Rusya’nın destekleriyle resmi orduya karşı savaşıyor.
Burada bizi direk ilgilendiren yerler var. Kırım bölgesi de bunlardan birisi ve ne yazık ki, uluslararası hiçbir kaidenin işlemediği Rusya’nın çatısı altına girmiş durumda.
Azerbaycanlı soy ve dindaşlarımız ile Ermenilerin aralarında gittikçe artan gerilimi, zaman zaman çatışmaya dönen hesaplaşmayı da heyecan ve merakla izliyoruz. Bu ihtilafın da nereye gideceğini kestirebilmek güç. Azeri kardeşlerimiz işgal altındaki öz topraklarına kavuşmalılar ve kavuşacaklar kuşkusuz. Ama bugünlerde mi, yakın gelecekte mi?
İran’ın kabuk değiştiren politikaları ile bir yandan Batı dünyasıyla ilişkilerine yeni bir soluk getirmesi, nispeten itibar kazanması, bölgedeki elini daha uzaklara ve daha rahat atmasını sağlıyor. İran’ın her zaman etkili olabildiğini bildiğimiz Şii bölgeleri veya Şiilerin bulunduğu ülkelerin karışıklığı malum.
Irak’tan bahsetmeye bile gerek yok. Çünkü herkes neler olup bittiğini görüyor. Hükümetler geliyor gidiyor. ABD’nin istediği ne ise o oluyor. Kürt bölgesi hızla devletleşmeye doğru gider ve adeta sadece bağımsızlığını ilan etmesi kalırken, yetkililerinin ağzından bırakmadığı gibi “Kürtlerin Kudüs’ü” olarak isimlendirdikleri Kerkük’e tek bir kurşun bile atmadan girmiş durumdalar. Bir daha da çıkmayacaklarını son derece net olarak söylüyorlar. Musul da Ortadoğu’nun başına sarılan yeni bir bela bahane edilerek Kürt bölgesine katılmak isteniyor. İşin nereye varacağı, oyun kurucular dışında kimsenin bilmediği, ancak öngörülebildiği bir muamma… Türkmenleri en sona bıraktım çünkü o en büyük yaram. Şu anda namusumuza halel gelmesin diye kendi kızlarını öldüren ve elleriyle gömen babalar ve birkaç çakaralmaz dışında hiçbir şeyi olmadığı için yüzyılın caniler ordusuna karşı gövdesini etten bir siper haline getiren gençler benim kardeşlerim. Sızılarını pek çok sızıyla birlikte yüreğimin en mutena yerlerinde yaşıyorum.
Suriye zaten burnumuzun dibindeki bir insanlık dramı… Yüzbinlerce insan öldü. Bir devlet dünyanın gözleri önünde kendi vatandaşlarını bombalıyor, kurşunluyor. İşkence haneler daha şimdiden filmlere, romanlara girdi bile. Kadınlar, çocuklar, yaşlılar perişan. Türkmen, Kürt, Arap, Müslüman, Hıristiyan, Yahudi… Kimse kimin ne olduğuna bakmadan gücünün yettiğinin boğazına çökmüş durumda. Suçlular serbest bırakılıp yönetimin kasaplığına soyunurken, paralı askerler ve uydurma örgütler hergün yüzlerce, belki de binlerce cana mal oluyor. İnsanlar açlık, perişanlık içinde vatanlarından başka coğrafyalara sürükleniyor. Hemen her komşu ülke, Suriyeli sığınmacılarla doldu. Gittikleri ülkelerde de yönetimlerin “adamlığına” göre sıkıntılar değişiklikler gösterirken, kendilerinden kaynaklanan sorunlar çığ gibi büyümekte. Fuhuş, hırsızlık, şiddet vaka-i adiyeden omuş durumda. Birkaç yıl önce arkadaşlarımla gidip de karış karış gezmek istediğim eski coğrafyamızda şimdi sadece ölüm, vahşet ve çılgınlık var. Topraklar bölünecek mi, kaça bölünecek, kimlere pay edilecek, bir Nusayri devleti çıkar mı, Kürt bölgesi iyice “steril” hale geldikten sonra Kuzey Irak bölgesiyle birleşir mi, birleşirse sonraki adım nedir bence sorulması gereken soruların sadece bir kaçı…
Ve Türkiye… Vatanım… Herşeyim Türkiye…
“Bütün bunlar bizi nasıl etkileyecek” diye bakıyor insanlar…
Ben öyle bakmıyorum. Ben bir imparatorluk mirasçısıyım. Bu devlete, bu millete, bu vatana canlar vermiş (ki hepsi helal olsun) bir ailenin ferdiyim. Kahraman bir şehrin evladıyım. Dünyaya nizam vermiş bir soyun takipçisiyim.
Ben diğer insanlar gibi bakamam. Tıpkı benim gibi, benim dostlarım, kardeşlerim de öyle bakamaz.
Biz, “Türkiye bu gidişi nasıl etkiler, suyu nasıl kendi tarihi misyonunun akışına çevirir, dünya baştan kurulurken oyunun içinde daha büyük rolü nasıl alır?” diye bakarız, bakmalıyız.
Ayaklarımız yere basarak hem de… Rüya veya hayal görmeden hem de…
Çünkü bilirim ve biliriz ki, tarihten gelen, sosyal miras olarak intikal eden güç en büyük güçtür…
O sebepledir Büyük Türkiye özlemim, arzum, hayalim, amacım, hedefim, aşkım…
O sebepledir Büyük Türkiye davası için ömrümü tüketişim.
O sebepledir Büyük Türkiye için yanıp tutuşmam.
O sebepledir Büyük Türkiye uğrunda, bunca yıl sonra ve bu yaştan sonra hala taşı taşın üstüne koyma azmim, kuvvetim…
Çünkü ülkem büyüdükçe, güçlendikçe düzensizliklerin, haksızlıkların, cinayetlerin sonu gelir.
Irz, namus güvende olur.
Can, mal güvende olur.
İnanan-inanmayan güvende olur.
Beyaz-siyah güvende olur.
İnsanlık yeniden doğar adeta ve yeniden baharları idrak eder.
İşte bu acı tahliller ve hatırlamalardan sonra diyorum ki, bu bayrak inşallah yeniden ve kalıcı olarak Büyük Türkiye’nin devleşeceği günlerin başlangıcı olsun.
Bu bayramın yüzü suyu hürmetine diliyorum ki, hem ülkemin, hem milletimin, hem devletimin, hem soydaşlarımın, hem dindaşlarımın ve kim olursa olsun hem de tüm insanların güzel günleri olsun bu bayramla gelecek günler…
Duam da, çabam da budur…
Bayramınız, bayramımız kutlu olsun kardeşlerim.
MİSİAD:GENEL BAŞKANI FERİDUN ÖNCEL
MEMLEKETÇİ İŞADAMLARI VE SANAYİCİLERİ DERNEĞİ